Anlamak ve Anlaşılmak
İnsan olmanın belki de en derin, en temel çelişkisi: Anlamak ve anlaşılmak arasındaki o sürekli
gidip gelme, o hiç bitmeyen arayış. İki ayrı kıyıda durup birbirine el sallayan iki insan gibi. Biri
anlatmaya çalışıyor, tüm iç dünyasını kelimelere dökmek için çabalıyor, diğeri ise anlamak için
uğraşıyor, o kelimelerin arkasındaki gerçek anlamı yakalamaya çalışıyor. Arada ise
kelimelerin yetmediği, ifadelerin kifayetsiz kaldığı, ses tonlarının bile anlatamadığı büyük bir
boşluk... İşte insan ilişkilerinin en hassas, en kırılgan, en değerli noktası tam da burası. İçsel
Yolculuğumuzda ki üçüncü yazımızla, hadi gelin, bakalım aynı fikirde miyiz ? ;)
Anlamak: Bir İç Yolculuk
Anlamak, kendini karşındakinin yerine koyabilme cesaretidir aslında. Onun ayakkabılarını giyebilme, onun penceresinden dünyaya bakabilme, onun yüreğinin atışlarını hissedebilme becerisi. Ama ne kadarını anlayabiliriz gerçekten? Bir insanın iç dünyasının labirentlerinde kaybolmadan, kendi benliğimizden tamamen sıyrılmadan? Bu ince çizgide yürümek, hem bir sanat hem de bir beceri. Bazen bir bakış anlatır her şeyi. Babamın, "iyi misin?" diye sorarken ki o derin, süzülen bakışı... Hiçbir şey söylemesine gerek kalmazdı aslında. O bakışta hem samimi bir merak, hem derin bir şefkat, hem de "yanındayım" mesajı vardı. Anlamak böyle bir şey işte - kelimelere ihtiyaç duymadan, kalpten kalbe kurulan görünmez bir köprü. Bazen en karmaşık duyguları anlatmanın en iyi yolu, hiç konuşmamaktır. Sadece orada olmak, varlığınla anladığını hissettirmek...
Anlaşılmak: Var Olma İhtiyacı
Anlaşılmak ise daha kişisel, daha incelikli, daha derinlere işleyen bir duygu. "Ben buradayım, ben buyum, beni gör, beni duy, beni hisset" çığlığı. Her insanın içinde, en temel düzeyde, duyulma, görülme, kabul edilme, olduğu gibi sevilme ihtiyacı. Peki kaçımız gerçekten anlaşılıyoruz? Kaçımız, tüm kusurlarımızla, tüm karmaşıklığımızla, tüm çelişkilerimizle gerçekten anlaşılabiliyoruz? Bir çocuğun, "anne bak!" diye haykırışı aslında "beni gör, beni anla, varlığımı fark et" demektir. Büyüdükçe bu haykırışlar sessizleşir, içimize gömeriz. Ama ihtiyaç hep aynı kalır: Anlaşılmak. Kendimizi ifade etme, kabul görme, onaylanma ihtiyacı... Bu, insan ruhunun en temel besinlerinden biri.
İkisi Arasındaki İnce Çizgi
Anlamak ile anlaşılmak arasında gidip gelirken dengeyi bulmak en büyük mesele. Çok anlamaya çalışırken kendimizi unutmak, ya da sürekli anlaşılmak isterken karşımızdakini duymamak... Bu dengenin altında ezilmek, ya da bu dengeyi kuramamak, ilişkilerdeki en büyük zorluklardan biri. En güzel, en sağlıklı, en besleyici ilişkiler, bu dengenin kurulabildiği ilişkiler. Biri anlatırken diğerinin gerçekten dinlediği, anlamak için çaba gösterdiği, yargılamadan anlamaya çalıştığı. Ve her ikisinin de zaman zaman "beni anlıyor musun?" diye sorabildiği, bu soruyu sormaktan çekinmediği ilişkiler. Bu denge, bir ilişkinin temel taşıdır adeta.
Sessiz Anlaşmalar
Bazen en derin anlaşmalar hiç konuşulmaz. En iyi arkadaşımızla aramızdaki o sessiz anlaşma gibi... Sabahın altısında telefon açabilirsin, hiç "niye şimdi aradın?" diye sormaz. Ya da ağlamaklı bir sesle "iyiyim" dersin, "hayır değilsin" diye cevap verir, daha fazlasını söylemene gerek kalmaz. Bu sessiz anlaşmalar, ilişkilerin temelini oluşturur. Güvenin, sevginin, sadakatin, bağlılığın konuşulmayan sözleşmeleridir. Bir bakışta anlaşmak, bir gülümsemeyle her şeyi anlatabilmek... Bunlar, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar değerli anlardır.
Yanlış Anlaşılma Korkusu
Belki de en büyük korkularımızdan biri: Yanlış anlaşılmak. Kendimizi ifade etmeye çalışırken, yanlış kelimeler seçmek, yanlış tonlamalar yapmak, yanlış zamanlamalarla konuşmak... Ve karşımızdakinin bizi olduğumuzdan farklı, belki de daha kötü bir şekilde görmesi. Sosyal medya çağında bu korku daha da arttı. Bir gönderi, bir yorum, bir beğeni... Hepsi yanlış anlaşılma korkusuyla titreşiyor. "Acaba nasıl anlaşılırım?" endişesi, "ben buyum" cesaretinin önüne geçiyor. Bu korku, bizi çoğu zaman olduğumuzdan farklı göstermeye, maskeler takmaya, gerçek benliğimizi saklamaya itiyor.
Kendini Anlamak
Belki de her şey kendini anlamakla başlıyor. Kendi duygularımızı, düşüncelerimizi, korkularımızı, hayallerimizi, zayıf ve güçlü yanlarımızı anlamak... Kendi içimize yapacağımız samimi, dürüst, bazen acı verici ama her zaman aydınlatıcı bir yolculuk. Kendimizi anlamadan, başkalarını anlamak ne kadar mümkün? Kendi sesimizi duymadan, başkalarının sesini dinlemek? Kendi yaralarımızı fark etmeden, başkalarının yaralarına merhem olmak? Bu, bir çeşit içsel keşif yolculuğu. Kendi karanlık ve aydınlık yanlarımızla yüzleşmek, kabul etmek, anlamak... Ancak o zaman başkalarını gerçekten anlayabiliriz.
Anlayışın Dili
Anlayışın tek bir dili yok. Bazen bir dokunuş, bazen bir bakış, bazen bir sessizlik, bazen bir çay ikram etmek... Her kalbin kendi anlayış şifresi var. Bazıları için anlamak, mantık çerçevesinde, akıl yürüterek olur. Bazıları için duygusal bağ kurmak, empati yapmak gerekir. Bazıları ise ancak deneyimleyerek, yaşayarak anlar. Bu farklılıklar, iletişimimizi zenginleştiren unsurlar aslında. Farklı anlama ve anlaşılma biçimlerini kabul etmek, ilişkilerimizi derinleştirir.
Öneriler
- Dinlemeyi öğrenin - gerçekten dinlemeyi. Sadece cevap vermek için değil, anlamak için dinleyin.
- Kendi duygularınızı anlamaya çalışın. Neden böyle hissettiğinizi sorgulayın.
- Karşınızdakini yargılamadan önce onun penceresinden bakmaya çalışın.
- "Seni anlıyorum" demek yerine, gerçekten anlamaya çalışın ve bunu davranışlarınızla gösterin, hissettirin.
- Kendinizi ifade etmekten korkmayın. Duygularınızı, düşüncelerinizi paylaşın.
- Yanlış anlaşılsanız bile, doğruyu anlatmaktan asla vazgeçmeyin.
- Anlamak için zaman ayırın. Acele etmeyin.
- Göz teması kurun.
- Kendi anlaşılma biçiminizi keşfedin ve bunu karşınızdakine ifade edin.
Son Söz
Anlamak ve anlaşılmak... İnsan olmanın en temel, en derin ihtiyaçlarından biri. Bazen acıtıcı, bazen iyileştirici, bazen yorucu, bazen enerji verici. Ama her zaman dönüştürücü. Belki de mükemmel anlaşılmayı beklememeliyiz. Belki küçük anlayış anlarıyla, minik bağlantılarla yetinmeyi öğrenmeliyiz. Bir bakış, bir dokunuş, bir gülümseme, bir "yanındayım" mesajı... Küçük ama anlamlı anlarla. Çünkü bazen anlaşılmak, tümüyle anlaşılmak değildir. Sadece "orada" olduğunu bilmektir. Sadece denendiğini, çaba gösterildiğini bilmektir. Ve bazen, anlamak da her şeyi anlamak değildir. Sadece yanında olmaktır. Sadece "ben buradayım" diyebilmektir. Belki de aradığımız her şey, bu iki kelimenin arasındaki o ince, hassas, kıymetli çizgide: Anlamak ve anlaşılmak... Kalın sağlıcakla...