Cunda Adası: Tarihin, Denizin ve Huzurun Buluştuğu Bir Ege Masalı
Tarihin İzinde Bir Yolculuk
Cunda’nın taş sokaklarında yürümeye başladığında, ayaklarının altındaki taşlar bile tarih kokar. Her adımında geçmişin bir yankısı vardır. Antik çağlardan bu yana farklı uygarlıklara ev sahipliği yapan ada, Osmanlı döneminde hareketli bir ticaret merkeziydi. 19. yüzyılda ise Rum halkının yaşadığı, deniz ticaretiyle gelişen renkli bir kültür adası haline geldi. Her köşesinde bir hikâye, her duvarında bir yaşam izi saklıdır.
1923’teki mübadeleyle birlikte Rumlar adadan ayrıldı, yerlerine Girit ve Midilli’den gelen Türkler yerleşti. Bu büyük kültürel değişim, Cunda’nın ruhuna işledi. Bugün sokaklarda yürürken, eski Rum evlerinin arasında yükselen minareler bu zengin tarihsel mozaiğin sessiz tanıklarıdır.
Taksiyarhis Kilisesi işte tam bu hikâyenin kalbinde yer alıyor. 1873 yılında inşa edilen bu görkemli yapı, zamanında adanın kalbinde atıyormuş. Şimdi restore edilmiş haliyle ziyaretçilerini karşılıyor. Avlusunda oturup denizden gelen meltemi yüzünde hissederken, taş duvarların arasından geçmişin fısıltılarını duymak mümkün. Sanki o an zamanın içinde bir pencere açılıyor, seni yüzyıllar öncesine götürüyor.
Bir Günlük Cunda Macerası
Sabahları Cunda’da uyanmak başka bir şeydir. Kuş sesleri, uzaktan gelen dalga sesi ve denizin kokusuyla uyanırsın. Saat 08.00 civarında sahile in, o meşhur Cunda kahvaltıcılarından birine otur. Masaya gelen zeytinyağı, sanki biraz önce zeytin ağacından süzülmüş gibi taze. Beyaz peynir, domates, mis kokulu reçeller ve çıtır ekmek… Yanında deniz manzarası ve hafif bir meltem... İşte Cunda’da sabahlar böyle başlar — sakin, huzurlu ve gerçek.
Kahvaltıdan sonra, saat 10.00 civarında daracık taş sokaklara dal. Renkli kapılar, begonvillerle sarılmış duvarlar ve pastel tonlardaki Rum evleri seni büyüler. Her köşe başında bir hikâye gizlidir; her pencere ardında geçmişten bir nefes saklar. Fotoğraf makinenle her adımda bir kare yakalarsın ama emin ol, bazı anları sadece kalbine kaydetmek istersin. Çünkü Cunda, sadece gözle görülmez; ruhla hissedilir.
Öğleye doğru, saat 13.00 gibi, sahil boyunca uzanan balık restoranlarından birine geç. Deniz kenarında, dalgaların hafif sesi eşliğinde masaya otur. Balık tavası, kalamar, zeytinyağlı enginar ve tabii ki kırmızı şarap… Cunda’da yemek yemek bir zevk değil, bir törendir. Garsonunla ya da restoran sahibinle biraz sohbet et — sana mutlaka adanın eski günlerinden bir hikâye anlatır. Belki çocukken denize atladığı kayayı, belki de büyükbabasının Girit’ten getirdiği anıları... Bana anlatılanlar böyleydi :)
Doğayla İç İçe Bir Öğleden Sonra
Yemeğini yedikten sonra biraz serinlemeye ne dersin? Saat 15.00 gibi rotanı Patlıcan Plajı’na çevir. Adını hemen karşısındaki küçük Patlıcan Adası’ndan alan bu sahil, berrak denizi ve sakin atmosferiyle tam bir huzur noktası. Plajın sığ denizi, çocuklu aileler ve yüzmeyi yeni öğrenenler için ideal. Denizden başını kaldırıp ufka baktığında, karşıda uzanan irili ufaklı adalar manzarası seni büyüler. O an zaman durur; sadece denizin hafif sesi ve rüzgâr kalır. Gözlerini kapat ve nerde olduğunu hisset... Gerçekten yap bunu.
Akşamüstü Büyüsü: Gün Batımıyla Renklenen Cunda
Saat 19:00-19:30 olduğunda, güneşi uğurlamak için Aşıklar Tepesi’ne çık. Belki biraz yokuş tırmanman gerekir ama manzarayı gördüğünde her adımına değdiğini hissedersin. Tepeden aşağı baktığında, Cunda’nın taş evleri, Ayvalık’ın karşı kıyısı ve Ege’nin sonsuz maviliği gözlerinin önünde serilir. Güneş yavaşça batarken, gökyüzü altın ve turuncunun her tonuna bürünür. Bir kaç parçada bulut varsa eğer güneşin önünde yada yanında - O anı kelimelerle anlatmak zordur — sadece yaşanır. Elinde bir kahveyle otur, sessizce izle. Çünkü bu manzara, her kalpte bir iz bırakır. İşte Cunda
Akşamın Tatlı Sürprizi
Saat 20.00 civarı, sahile doğru yürüyüp Cunda’nın meşhur lokmacılarına uğra. Taze kızarmış, sıcacık lokmalar üzerine bol tarçın ve ceviz… O kadar basit ama o kadar mutluluk verici bir tat ki! Yanında küçük bir fincan Türk kahvesiyle birleşince, günün en tatlı anına dönüşür. Üstelik fiyatlar da hâlâ makul.
Yemekten sonra, saat 21.00 civarında sahil boyunca yürüyüşe çık. Işıkları yanan balıkçı tekneleri, rüzgârda hafifçe dalgalanan bayraklar, uzaktan gelen bir mandolin sesi… Cunda geceleri, sanki Ege’nin kalbi atıyor gibi hissedilir. Her şey sade, samimi ve içten. İnsan kendini bir film sahnesinde gibi hisseder ama bu sahne gerçektir — ve sen başroldesin.
Sonra adanın içlerine doğru, o dar taş sokaklara bırak kendini. Her tarzdan her türden gece mekanları arasında seçim yapman oldukça zor olabilir. Ama önce dingin, sessiz, ağaçların altında basit taburelerde oturup meşhur Ayvalık tostu yemelisin. Bunu sakın atlama, yoksa Cunda'ya gelmiş sayılmazsın :) Ve işte artık kalın taş duvarlı eski Rum evlerinden birinde, istersen club tarzı bir bara girip delice eğlenebilirsin, istersen de Ege müzikleri çalan bir Rum meyhanesinde anı hissederek ruhsal doyuma ulaşırsın... Bence ikisi de yapılmalı. İlk gece dostlarla güzel bir eğlence, ikinci gece ise tarihin içinde bir sohbet sofrası. İşte Cunda.
Konaklama ve Küçük Detaylar
Cunda’da kalmak, adayı daha derinden hissetmenin en güzel yoludur. Taş evlerden dönüştürülmüş butik oteller, seni eski zamanlara götürür. Odalarda taş duvarların serinliği, pencereden giren deniz kokusu… 2025 sezon sonu sıralarında otellerde fiyatlar genelde 1500-3000 TL arasında değişiyor ama inanın, her kuruşuna değer.
Daha ekonomik bir konaklama arıyorsan, sahile yakın pansiyonlar veya apartlar da harika seçenekler. Sabah uyandığında pencereden giren kuş sesleriyle güne başlamak, her şeyin ötesinde bir huzur verir.
Cunda’ya Dair Küçük Ama Altın Değerinde Tüyolar
Son Bir Anı, Sonsuz Bir Huzur
Gerçekten Cunda’da zaman farklı akar. Burada aceleye gerek yoktur. Gün batımı biraz daha uzun sürer, sabah kahvesi biraz daha derin kokar, deniz biraz daha mavi görünür.
Cunda, sadece bir yer değil; bir his, bir huzur biçimidir. Bir kez adım attığında, bir parçan hep orada kalır. Belki de bu yüzden, döndükten sonra bile rüzgârın sesinde, bir zeytin ağacının gölgesinde Cunda’yı hatırlarsın.